Doktorlar, öyle bizim gibidir ki…

07 Eylül 2021

Doktorlar sende bir şeyler olduğundan şüphelenirler, beyninde bir tümör, ruhunun derinlerinde bir hastalık, iç organlarında bir sıradışı bozukluk veya -aklının ermediği- başka bir sıkıntı, bilmediğin, bilemeyeceğin.

ayobridgeorthoGidersin doktorun muayenehanesine, adını telaffuz etmek bile zordur, ne bürodur, ne ofis, ne hastane, ne başka bir şey, muayene olacağın yerdir altı üstü, ama altı da, üstü de sıkıntıdır hastaya.

Doktorlar iki türlüdür, ya sefil, ya zengin, zengin olanları da öyle, ya az zengin, ya da çok zengin. İyice iyileşesin varsa, biraz da paran, imkanın.. Zengin doktora gidersin. Zengin doktora gidenlerin bir tek zenginler olduğunu sanma, sözkonusu hayat olduğunda, hele sevilen birilerinin hayatı, mutlaka zengin doktora verecek para bulunmaya çalışılır – çok kıymetlidir o para, ama, verilir, değer. Sonunda “can”dır önemli olan, para, can’ın yanında hiçtir, hiçbir şeydir.

Ankara’lıyım çok, çok uzun yıllardır, ondan bilirim, Ankara, çocuğunu, eşini, ana babasını hastaneye getirenlerin sevgilisi bir şehirdir – diğerlerinden iyi hastaneler, daha ucuz oteller, daha az trafik. Ankara Anadolu’nun hastalarına, hastalıklarına her zaman iyi gelir.

İşte böylece Ankara’ya zengin doktorlara gelir hasta. Girer bakarsın muayene mekanından içeri, doktor ne kadar zenginse, salonu o kadar büyüktür. Hep temizdir, tertemiz, dışarının pisliğiyle giremezsin, o galoş denen meymenetsiz plastikten poşeti takman gerekir ayağına. Doktor ne kadar büyük, büsbüyük bir zenginse, poşet işi o kadar önemlidir. Hastaların oturarak galoş takacağı bazen düşünülür, bazen düşünülmez, e sonuçta hasta o kadar da önemli değildir.

Hasta, doktoru bekler, bazen dakikalar, bazen saatler, bazen günler, bu hep böyledir. Bazen gerçekten meşguldur de öyle bekler, bazen doktorun sadece keyfini, ama hasta dediğin, doktor, hemşire bekler; en çok da doktoru. Beklesin diye en güzelinden bekleme salonu vardır; eskiden en büyük ekran tüplü televizyonlarla haber izlenilen bekleme salonlarında, şimdi dev ekran plazma televizyonlar, LED’ler vardır. Doktorun kararıdır oradaki yayın, bazen müzik kanalıdır, çoğu zaman haber kanalı, veya belgeseller; bazı doktorların mekanlarında sekreter bunlar arasından keyfine göre geçiş de yapar. Öyle olmalıdır ki, hasta sıkılmasın beklerken.

Ama bilmez doktor, oradaki haber, belgesel, pop müzik kanalları zerre kadar umrunda değildir hastanın, düğün günü seçtiği şarkı çalsa umrunda olmaz.

Doktorların bekleme odalarında koca sehpalar vardır, üzerlerinde de ya doktorun satın aldığı, ya da ona hediye edilen dergiler, bazen de kitaplar. National Geographic’ler, ATLAS’lar, Tarih dergileri, bazen minik ansiklopediler; doktor fazlaca işinin aşığıysa kendi uzmanlığıyla ilgili dergiler veya kitapçıklar belki… Doktorun sürdüğü arabayı hemen öğrenirsiniz çoğunlukla, otomobil firmalarının dergileri de oradadır, doktorun yaşam stilini yansıtan emlak ve iç dekor dergileri de.

Neden hastaya verir doktorlar bunları, bilinmez. Cebinden alacağım parayı bak, deli gibi hakettim, sakın üzülme, işin normali budur mu demektedir, yoksa; bak, bunca kültür, donanım, kolay olmuyor, ben bunları hep okudum mu demeye çalışmaktadır doktor farkında bile olmadan, o da bilinmez. Gerçek olan ise doktorun o bilimle, coğrafyayla, tarihle ilgili dergileri, kitapları ne şimdi, ne de geçmişte pek okuyabildiğidir. Okuyamadığından oradadır çoğunlukla onlar…

Doktor dediğin, hele bu topraklarda kolay mı yetişir, ömürlerinin en güzel onlarca yılını insanlara hibe etmeden, doktorun D’si yetişmez, nereden kitaba, dergiye yetişsin ki doktor?

Yine de, keşke, bilse güzelim doktor, hastanın beklerkenki sıkıntısını, kaygısını. İstisnalar vardır belki ama, ne doktorların muayenehanesinde, ne hastanelerde hastaları farkında bile olmadan iyileştirebilecek güzel, klasik müzikler çalınmaz, onlara huzur verebilecek görüntü ve görsel tasarımlar seçilmez, ilk kabul anından muayenenin sonuna kadar en doğru sözler seçilmez, seçilemez.

Dünyada her yeri işgal eden “ego”, en az bulunması, hiç bulunmaması gereken hekimlerin içinden çıkmadıkça, doktor ne kendini, ne hastayı bilir; gerçekten, doktor kendini o kadar sevip önemsedikçe, bilmez, bilemez.

Sadece bilim değil sanattır tıp, doktorluk ve tüm sağlık hizmetleri. Oysa şimdilerde oldu adı “sağlık sektörü”, ihtiyacı olan olmayan herkese gereksiz ilaçların, ameliyat ve tedavilerin uygulandığı, acımasız, sistematik bir sömürme, sakatlama ve öldürme sektörü.

Kim kurtaracak derseniz, hastalar, hemşireler, şirketler, yetkililer değil, ancak ve ancak doktorlar… Doktorlar ki aramızdalar, varlar, deli gibi, nefes almadan çalışıyor, okuyor, insanlığın dertlerine derman olmaya çalışıyorlar. Yine onlar kurtaracaklar bizi binlerce yıldır olduğu gibi ve bu kez, hocalarının da birikmiş iltihapları ve hastalıklarını tedavi ederek… Yeni nesil tıp öğrencileri, genç doktorlar ve şimdi hatasını görmeye başlayıp düzelecek doktorlar.

Güzeldir, doktorun ofisinden ferahlamış şekilde çıkıp, caddeye veya sokağa adımını attığında “yaşıyorum, yaşayacağım!” diyebilmek, veya “yaşasın, iyi, yaşıyor” demek…

Yaşam güzeldir çünkü.

 
Bu yazı Sağlık kategorisine gönderilmiş.
 
 

Yoruma kapalı.